0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

15. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

15. KALBİNİN SESİ.

"Seni arayan kimdi?"

Süratle ilerleyen arabanın içindeki sessizlik işte o an böyle bozuldu. Deren'in sorusuyla. Bunu soruyor, çünkü telefonu hiç konuşmadan kapatmamış olmamdan kaynaklı bir kuşkuyla dakikaları geçiriyordu. Noah'ın beni aramasına o kadar hazırlıksız yakalanmıştım ki, şaşkınca önüme bakıyordum hâlâ.

"Kime diyorum Karmen?"

Puslu camdaki gözlerimi bir iki kez kırpıp, "Abimdi," dedim dürüst davranarak. Hâlâ inanamıyordum Noah'ın beni aradığına, kardeşim dediğine.

"Abindi madem, niye konuşmadın adamla?" Sesinde anlamaya çalışan bir şey vardı.

Silkelenip aramayı unutmaya çalıştım. Kendime bu şaşkınlık için yeterince zaman ayırmıştım. Yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına koyup omzumun üstünden Deren'e baktım. Araba böyle hızlı ilerlerken o da gözlerimin önünden geçip gidiyor gibiydi. Neden ona döndüğümde hislerim, benliğim birkaç saniye önceki gibi normal değildi? "Aramız biraz bozuk, gönlümü almak için aramış..." sesimdeki duygusallığı hissettiğinden galiba ki bana baktı. "Ama benim gönlümü almak öyle kolay değildir. Konuşmadım o yüzden, suratına kapattım..."

O saniye yanımda Deren varken Noahla ne konuşabilirdim ki?

"Demek gönlünü almak kolay değildir? Niye? Seninki nasıl bir gönül ki?" Herhalde üstten üstten konuşmamdaki şımarıklıkla biraz eğlenmeye başladı.

"Nazlıyım, ben biraz, kusura bakma." 

Yüzünün en kenarında kalmış kan lekesine doğru bakıyorken yaşadıklarımı bir daha hatırladım. O adamı hiç duraksamadan vurmuştu ve yüzündeki kanı elinin tersiyle silmişti. Yine direksiyonu kullandığı sol eli, kurşunu da sıktığı eliydi. O adamı bu mesafeden vurduysa bizzat kızını kaçıranı hemen dudaklarının önündeyken vururdu.

Ben düşünüyorken, "Neyse ki naza alışkınım," diyor Deren, sesi kısılarak. "Kızım da öyle."

"Benimki çekilecek dert değil ama..." nedense karşı çıkmaya çalıştım, belki de olumsuz kötü bir şey der de biraz olsun gözümden düşer diye.

"Doğru, akıllı olan çekmez," derken uzanıp bir de yanağıma elinin tersiyle dokunması yok mu... Keşke yapmasaydı ama yaptı. Yapması bu işkenceyi daha tatlı ve daha acı kılıyordu. "Ama ben deliyim."

Delisin ve delirtirsin...

Bana böyle davranıp işleri çıkmaza sürüklediği için kızgın hissediyordum ama bir taraftan da bana böyle davranmaya devam etmesi içimdeki bir şeyleri düzeltiyor gibi geliyordu. Yanağımdaki eline bir tane vurup, "Deren," diye sızlandım.

"Ne?" diye hemen bağırıp sinirlendi. Alışkındım tabi artık. "Sen beni çekip sarılırken iyi?"

İyiydi ama olmamalıydı. Hiçbir şey iyi olmamalıydı. Çok karışıktı. Ne yapacaktım?

"Sanmıyorum," dedim az önceki söylediklerine karşılık. "Yapmamışımdır."

"Daha on dakika önceydi..." kendi kendine kızmalarına çok alışkındım. Bu kızgınlıklar ateş parlaması gibi bir anda yanıp sönen kızgınlıklarıydı. İkinci cümlesinde çoktan geçmiş oluyordu. "İğneliyorsun sen tabi şimdi beni, sana öyle dediğim için... Nazlısın nazlı ama sen asıl kincisin. Ne söylesem unutmadan birkaç saat, birkaç gün sonra karşılığını verirsin." Dertli dertli güldü. "Düşmanının vay haline."

Bu kelime tam bu anda çok kötü hissettirdi.

Düşman.

Bir şey diyemedim. Genelde söyleyecek her zaman bir şeyim olurdu, karşılık verecek cümlelerim... Ama bu akşam yaşananlardan sonra ağzımdan yanlış sözcükler çıkabilirdi. Susmanın güvenli kollarına teslim olmak şu dakikalarda en iyisiydi.

Yolu, araba Deren'in evine varana kadar izledim. Eve gelmemizin elbet bir açıklaması vardır ama öyle düşünceli ve yorgundum ki, sormak istemedim. Eve yürürken yan bahçeden gelen çiçeklerin kokusunu içime doğru çektim. "Sana sarılınca bana olan da bu," dedi Deren ve açtığı evinin kapısından girerken, dik dik ona baktığımı görüp beni de kolumdan tutup çekti. Kapıyı arkamızdan kapattı, önce kafasını uzatıp salona baktı ama Utku yoktu. Mutfağa da baktıktan sonra beni hâlâ tutarak üst kata çıktı. 

"Sana olan ne?" diye sordum.

"Ben de laf ağızdan bir kez çıkar, iltifatta."

Az önce güzel bir şey söylediği imasını böyle anladım ve bağlantıyı kurunca dudağımdaki minik kıvrılmayı hissettim. "Ama ben ikinci kez çıkarmasını bilirim," dedim.

"Bir de böyle üstten üstten, büyük büyük konuşman yok mu..."

Nil'in odasının kapısını çok sessizce açıp kafasını ileriye uzattığında Nil'in yatağında uzanmış Utku'yu gördüm. Nil'in bir hırkasına sarılmış, öylece uyuyakalmıştı. Deren yanımda yüreğinden kopup gelen bir iç çekti. "Uyumuş, iyi bari... Ama şimdi açtır da bu çocuk, bir şey yediği yok."

"Abisine çekmiş."

"Abisini sikeyim. Oldu mu? İçin rahat etti mi?"

Omzumu silkip geri çıkarken kolumdaki eli çekilmiş oldu. Odasından ayrılıp yüzüme bakmak için alt kattaki banyoyu kullanmayı düşündüm. Deren muhtemelen Utku'ya bakmak için gelmişti, şimdi yine çıkardı. Aşağıya gitmek için merdiveni iniyordum ki, Deren kolumdan tutup beni kendisine çevirdi. Gözlerini kısmıştı. "Nereye?"

"Banyonuzu kullanacağım. Yüzümde bir şey var mı diye bakacağım." 

"Güzellik görüyorum," dedi.

Şimdi kalbime böyle davranan şey ne bir bilsem...

"Cinayet işledikten sonra iltifat etme gibi bir eğilim mi gösteriyorsun?" diye sordum.

"Kısık sesle," diyerek parmağını kızgınca dudağıma koydu ve dönüp Nil'in odasının kapısına baktı. Utku'nun duymasından endişe ediyordu, onu bu karanlık taraftan tüm gücüyle uzak tutuyordu. "Yerin kulağı vardır."

Dudaklarımdaki baskıya rest çekmek istiyordum ama sadece oraya değil, daha derine dokunduğu için nasıl yapacağımı bilemiyordum. "Odamdaki banyoyu kullanabilirsin."

Onu kenara itip odasına ilerledim. Girdiğimde önce karanlıkla karşılaştım. Elimi duvarda gezdirince elim aynı şeyi yapan Deren'in eliyle karşılaştı. Odanın ışığını ikimiz birlikte yaktık. İçeride ilerleyip kapıya yaklaştığımda, Deren'de siyah, tüm duvarı kaplayan kıyafet dolabına ilerledi.

O üstünü değişirken ben banyoya girdim. Odasının yarısı kadardı neredeyse, dümdüzdü. Beyaz fayanslar ve siyah eşyalar vardı. Banyoyu dekore etmek için hiç uğraşmadığı belliydi. Lavabo tezgâhı önünde bir müddet nefes alıp verdim. Noah'ı düşünüyordum. Bana nasıl ulaşmıştı? Bunca zaman sonra neden?

Aynadan yüzüme bakmaya başlayınca sadece saçımda çok az kanın kaldığını gördüm. Deren yüzümdeki tüm kanı silmişti. Emin olmak isteyerek bir de ışıkta bileğimdeki kurdeleye baktım. Yumruklarımı arkamda sıktığım için kan sıçramamıştı ona. Bileğimdeki kurdeleyi öpüp sonra sabunluktaki sabuna uzandım, ellerimi ovalaya ovalaya yıkadıktan sonra yüzüme de su çarptım. Küçük el havlusuyla kurulanıp çıkmadan önce yüzümdeki ifadesizliği tarttım. 

Kapıyı çekip açınca Deren'i hemen pervaza yaslanmış, üstündekini çıkartmış, gövdesi çıplak görünce tabanlarımın bile altı karıncalandı. Bir dalga midemi yakarken gözlerimi çıplak göğsünden yukarıya çıkarıp baktım. "Banyo yapacağım," dedi, içeriye bir adım gelirken. Dışarıya çıkmak yerine üstüme geldiği için geriledim. "Kan ve ter kokuyorum."

Tabi, Nil'in yanına gittiğini her düşündüğünde temizleniyordu.

İnsani görünmek için bir mimik yapmaya çalıştım ama yüzüme bakınca batırdığımı anladım. "Geçen kullandığın sabunu kullanabilirsin. Çok temiz ve güzel kokuyordu."

"Dalin kullanmayı düşünüyordum," diyerek çenesiyle ileriyi işaret ettiğinde, inanamayarak arkama, küvete doğru baktım. Gözlerimle dalin şampuanı aradım ama o kadar sabunun, duş jelinin, bakım kremlerinin arasında dalini görmedim. Deren kulağımın yanına neşesiz bir gülüşle yaklaşıp yanağımdan öpünce de kandırıldığımı anladım. "O kadar da değil be güzelim," dedi.

Göğsünden sertçe itip yanından geçtim, ona bir daha bakmadan kapıyı çarptım. Sırtım bir süre kapının üstünde kalırken kalbimdeki her bir atış kulaklarımda yüksek sesle patlamaya başladı. Olmasına izin verdiğim şeylere hayret duyarak Deren'in yatağının ucuna oturdum ve altımdaki siyah sateni parmaklarımla sıkarak yutkundum.

Noah'tan gelen aramayla birlikte her şey çok karıştı.

Şimdi ne yapacağımı düşünmeye başlarken oda kapısının tıkladığını duydum. Bir an sonra da Utku kapıyı aralayıp kafasını içeriye itti ve benimle göz göze gelince, "Dönmüşsünüz," dedi. Ardından su sesini takip edip banyoya doğru baktı. "Bir haber var mı? Nereye gittiniz? Abim söylemiyor, bir yengeliğini göreyim, sen söyle ya..."

Uykusuzluktan şişmiş gözlerine ve gerçekten güzel olarak suratına bakarak yanına ilerledim. Onu odasına götürürken, "Organ kaçakçısı çeteden birini bulduk," dedim. Deren'in burada bile kulağı olabilirdi, bu yüzden sessiz konuşmuştum. "Onu konuşturduk, Feda'nın olabileceği yerlerle ilgili bilgi verdi. Abinle oraya gideceğiz..." odasına geldiğimizde onu geniş, erkek yatağının üstüne oturttum. Omuzlarından tutarak da yukarıdan yüzüne bakıyordum. "Sana anlattıklarımı abine söyleme tamam mı? Aramızda."

"İz buldunuz demek..." heyecanlandı ve bana hafifçe gülümseyerek, "Söylemem," dedi. "Şimdi abime ben de geleyim desem izin vermez değil mi?"

"Vermez ama seni düşündüğünden." Omuzlarını sıkıp doğruldum. "Hem biz yola çıkıp adamın izini ararken sen de burada olmalısın. Emniyetten haber gelirse bizim yerimize gitmelisin. Hem... Abin bir grup arkadaşınla Nil'i aradığını söylemişti, yine onlarla arayabilirsin."

Bulamayacağından emin olmama rağmen sokağa çıkıp Nil'i aramasını söylüyordum. 

Ve böyle söylediğim için belki umut edecek, kilometrelerce yürüyerek Nil'i arayacaktı.

Böyle düşünüyorum ve sonra Karina'nın böbreğinin nasıl alındığını, boğulduğunu, fotoğraftan bana bakan gözlerini hatırlıyorum.

"Doğru diyorsun," diye cevap veren Utku, düşüncelerimden çekip aldı beni. "Siz o adamı ararken ben de tırtılımı aramalıyım. Belki bir yerde... Bir sokakta dilendiriyorlardır onu, belki rastlarım, bulurum onu."

Beni hiç terk etmeyen boğulma hissiyle derin derin nefes alıp sonra onu da şaşırtan bir şey yaptım. Eğilip ona sarılırken bunu ona üzüldüğümden mi ya da ona duyduğum sempatiden mi yaptığımı ben bile anlamadım. O da bana sarılıp sırtımı çekingen şekilde sıvazlarken, "Sakın bana âşık olmayasın ha," dedi, sarılmama şaşırdığı için.

Gülümseyerek uzaklaştığımda Utku göz kırptı ve sonra bakışları arkama doğru çevrildi. Sırtımdaki sıcaklığı hissetmemle beraber başımı çevirip baktım. Deren duştan çıkmış, üstü çıplak, altında koyu kot bir pantolonla kapı girişinde duruyordu. Elinde giymek için lacivert bir tişört tutuyordu. "Banyodan çıkıyorum ve odamda olduğunu düşündüğüm sevgilimi kardeşimin odasında, ona sarılırken buluyorum?"

Utku'ya arkamı dönüp odadan çıkmak üzere Deren'in önünden geçerken göğsündeki ıslaklığa baktım ve karnına doğru düşen damlaları elimin içiyle sildim. "Endişe etme. Ben daha olgun seviyorum."

Arkamdan bir süre sessizlik oluştu ve ben basamakları inerken de konuşmaya başladıklarını duydum. Salona geçip gözlerimle koridoru kontrol ederken telefonumu çıkardım, Gece'ye derhal mesaj attım.

Her şey yolunda mı? Uzun saatler dönmeyebilirim, beni merak etme. Yalnızca acil bir durum olursa ara veya mesaj at.

Bir dakika geçmeden geri dönüş aldım.

Yolunda. Nil az önce uyudu, yine biraz anne ve babasından bahsetti ama Yamanla birlikte kafasını dağıttık. Her ne yapıyorsan dikkat et Karmen. Aklım sen de.

Son arananlara girip beni arayan numaraya baktım, parmağımı aramanın üstünde dolaştırdım. Onu aramayı istiyordum ama şimdi yapamazdım, Deren her an aşağıya inebilirdi. Bu yeni numarası mıydı? Sık sık numaralarımızı, maillerimizi değiştirirdik. Yaptığımız işin bir parçasıydı. O yüzden onlara hiç ulaşamamıştım. Şimdi o bana nasıl ulaşmıştı? Çünkü Karina kaybolana kadar izimi kaybettirmiştim, Carlos'un bizi bulup Karina'ya yaklaşma ihtimalinden endişe duymuştum, her ne kadar onu kabul etmese de... Bir yandan da Rus sözlüm vardı. Kaçtığım için beni bulmasından kaygı duymuştum. 

"Sen de duş almayı ister misin?"

Az kalsın elimdeki telefonu düşürecektim. Soğukkanlılığım, köşeye sıkıştıkça azalıyordu. Salonun kapısını geniş omuzlarıyla kaplayan Deren'e bakıp başımı iki yana salladım. "İstemem. Kıyafetim yok. Çıkardıklarımı giymekten nefret ederim."

Kıyafetlerime baktı. Kırmızı, deri ceketim. İçindeki ince triko, dizlerimin üstüne kadar gelen elbisem. Vücudumu sarıyor... elbise ve bir o kadar da gözleri.

"İç giysilerini giymezsin, yol üzerinde evine uğrarız alırsın. Elbiseni ikinci kez giymenden de bir şey olmaz."

Tek kaşımı kaldırdım. "Madem iç giysilerimi almak için eve gideceğim, evimde de banyo yapabilirim."

Gözlerini alnıma, kavislenen kaşıma kaydırıp bir süre baktıktan sonra öyle bir süratle üzerime yürüdü ki, insanı bir tepkiyle gerileyip sırtımı duvara yasladım. Karşımda durduğu gibi ellerinin ikisini birden saçlarımın arasına sokup kafamı hafifçe arkaya yatırırken, "Bak zaten asabım bozuk, böyle tatlı tatlı tepkiler verip kafamı karıştırma," dedi.

Kara gözlerine bakıyorken ellerimi göğsüne koyup itmeyi denedim. "Ne tatlısı be! Hakikaten kafan karışmış beni tatlı bulduğuna göre?"

"Sen kendini tatsız mı sanıyorsun?" dedi, dudağıma bakıp.

Ellerimin altındaki vücuda itmek için yeni bir hamle yapamadım. "Hep kafan karışık... Bu yüzden mi bana yakın davranıyorsun? Yakınlaşıyorsun?"

"Ne kastediyorsun?" dedi kendi rızasıyla geri çekilip. 

"Kendinde değilsin sen. Ben seni tanımıyorum, sen de gözlerine inen nefret ve öfke perdesi yüzünden beni tanıyamıyorsun. Sen hayatta değilsin, sadece Nil'i bulmak için yaşamını devam ettiriyorsun. Duygusal boşluktasın ve..." gözlerimi çekip düşünüp durduğum şeyleri fısıldadım. "... ve ben sadece o boşluğu dolduruyorum. Beni öperken gözlerini kapatıyorsun. Düşünüyorum... Acaba beni öptüğünü biliyor musun? Yoksa boşluğu dolduran, benim yerimde olsa yine öpeceğin bir kadını mı öpüyorsun?"

"Seni öpünce gözlerimi kapatma nedenim kendimden geçmem, anlamıyor musun?" Sanki anlayayım diye kafama hafifçe, yumuşakça vurdu.

"Diğer söylediklerime cevap vermiyorsun?"

"Ciddiye bile almıyorum çünkü," dedi sinirlenmiş şekilde. Hemen sinirleniyor, hemen öfkeleniyor, hemen bağırıyor ve sonra hepsi geçiyor. Beni de hemen öpüyor, görünce de hemen bakıyor, bir yerden beraber ayrılırken hemen elimden tutuyor... Hepsini hemen yapıyor ama ya sonra bunların da hepsi geçerse?

Parmağımı suratına salladım. "Unutma bu dediğini tamam mı?"

Parmağımı havada yakaladı ve elinin içinde tutup sıkarken, "Parmağını falan sallayıp öyle tehdit etme beni," diye homurdandı.

Al işte, yine sinirlendi.

Kızıyorum ama bana benzetiyorum bu huyunu.

Asker adımlarıyla yanından geçtim ve koridora çıkarken elimi kafama götürdüm. Elinin sıcaklığını arayarak kapıyı açarken, Deren'de hemen peşimden geldi. Evden ayrılıp bu kez onun arabasına binince, "Yalnız evine uğrarız dedin, beni de mi götüreceksin?" diye sordum.

"Maalesef," dedi hiç gönlü yok gibi.

Ee artık gelmek için ısrar edeceğimi öğrenmişti, mücadele etmek istemiyordu her defasında. Gönlü yokmuş gibi davranmasına gülerdim ama o kadar canım acıyordu ki şimdi, hiçbir şeye gülemiyordum. Onun şoförlük yaptığı arabada ilerlerken yolların bir süre sonra tanıdık olmaya başladığını gördüm. Emniyete gidiyorduk. Bir haber mi almıştı?

Emniyet binasına geldiğimizde arabayı bırakıp yan yana binaya yürüdük. Asansöre bindiğimizde yukarıda karşılaşacağımı duruma hazırlıklı olmak için öğrenmek istedim. "Emniyete neden geldik?"

"Bir görgü tanığı varmış."

Yüksek ihtimalle yine yalancı bir tanıktı. Yani benim gibi. Endişe etmeme gerek yoktu ama dikkatli olmalıydım.

Deren, asansörden çıktığımızda hemen elimden tuttu ve müdürün odasına benimle girdi. İçeride alışkın olduğum gibi Edip, Nalan ve Derya vardı. O çevirdiğim oyundan sonra Derya'yı gördüğüm ilk andı. Sırıtmamı tutmaya çalışıp önüme baktım, zaten o da beni görür görmez çok düşünceli bakmaya başlamıştı. Muhtemelen arabasında işlenen cinayet için beni suçluyordu. Delilleri ortadan nasıl kaldırmıştı?

"Gelmişsiniz," diyen Nalan'ı duyunca baktım ona. Üzerinde gri, blazer ceketi ve beyaz pantolonuyla otururken gördüm. Deren'in üzerinde dolaşan gözleri bana çevrildiğinde nezaketsiz göründü ve gözlerini devirerek uzaklaştırdı bakışlarını.

"Deren, hoş geldiniz," dedi müdür ve oturması için kenardaki koltuğu Deren'e gösterirken, tekli diğer koltukta, Edip Akşın'ın karşısında oturan kadını gördüm. Yaşlı, çökük omuzlu, telaşlı bakan bir kadındı. Deren, müdür oturmamız için Nalan'ın yanını gösterdiği için kafasını iki yana salladı, ayakta kalıp benim gördüğüm kadına baktı. "Görgü tanığı hanımefendi mi?"

Kadın heyecanla kendisini gösterdi. "Benim benim!"

"Öyleymiş," dedi Edip, soğuk bir sesle. Birkaç saat önce Deren ile muhatap olmamış gibi, ondan tarafa bakmıyordu bile.

"Seni bekledik," dedi emniyet müdürü ve sonra koridora doğru seslendi, bir polis memuru bilgisayarla içeriye girip müdürün yanında durdu. "Hanımefendinin ifadesini kaydedelim." Müdür bizlere baktıktan sonra yabancı bu kadına göz attı. "Bir saat kadar önce geldi emniyet binasına, gördüğü herkese Nil'den bahsedip ben onu gördüm diye ısrar etmiş. Bu kadar ısrarlı olunca da polis arkadaşlar odama çıkardılar."

Parmağımı stresle Deren'in avuç içinde gezdirirken, "Nil," dedi kadın heyecanla. Hepimize bakıyordu. "Haberdeki kadın diyordu, fotoğrafı da vardı. Ben onu gördüm, kızıma da söyledim..." 

Nalan heyecanla yerinde kıpırdanırken, Deren kadına yaklaşıp tek dizinin üstüne eğildi. Sanırım yaşlı bir kadın olduğu için kırmadan, sakince, "Kızımı nerede gördünüz?" Diye sordu.

Kadın gözlerini kırpıştırdı. "Senin kızın mı? O adamın değil mi?" İşaret parmağıyla Derya'yı gösterdi.

Derya bundan sırf Deren rahatsız olduğu için haz alıp dudağının kenarını kıvırırken, Deren sesini yükseltip, "Hayır," dedi kadına. "Benim kızım." Tekrarlamak zorunda kaldı. "Nerede gördünüz?"

"Parkta," diye cevap verdi kadın.

Parkta kaybolduğu bilinen bir şeydi, haberlerde görmüştü. Bakınca garip de davranıyordu, muhtemelen inandırıcı olmak için palavra sıkacaktı. Nalan araya girip, "Kızımı nasıl gördünüz?" diye sordu. Çok fersizdi. Geçen gün birbirimizden bir süreliğine nefret etsek de bu haline karşı üzgün olmadan yapamıyordum.

"Yanında bir kadın vardı," dediğinde hafifçe kaşlarımı çattım. İşte şimdi ciddiye almaya başlıyordum. Deren'in kasılan omuzlarına bakıp dudağımı ısırırken, kadın da heyecanla ona bakıp başını salladı. "Ona şeker veriyordu."

Sessizce yutkunup yüzümdeki ifadeyi korumaya çalıştım.

Gece'den mi bahsediyordu? Ona pamuk şeker vermişti.

"Şeker mi?" dedi Deren, kızarak. "Ne şekeri be?"

Kadın tekrar Deren'e dönüp, "Pembe, puf puf şeker," dedi, biraz alınmış gibi. 

Bir daha, hiçbir sorun yokmuş gibi yutkundum.

Gece'yi gerçekten görmüştü.

Deren, haftalardır benim söylediklerimin doğru olduğunu düşündüğü için bu kadının söyledikleri karşısında gerildi. "Nasıl bir kadındı?" diye sordu.

Yaşlı kadın elini omuz hizasına çıkarıp, "Böyle kısa saçları vardı," dedi.

Siktir, gerçekten Gece'den bahsediyordu.

Paniğimi beden dilime yansıtmamak için direnir haldeyken üzerimdeki bakışları hissettim. Derya bana bakmaya başlamıştı, doğrusu kısa saçlarıma. Yüzünde eğlenen bir ifadeyle, "Hımm," dediğinde Nalan ve Edip Akşın'da omuzlarıma kadar inmiş saçlarıma doğru baktılar. "Demek kısa saçlı bir kadındı?"

Nalan ile Edip Akşın'ın huzursuzluğunu fark ederken, Deren'de ortamdaki gerilimi hissedip omzunun üstünden bu tarafa baktı. Gözlerin üstümde olduğunu görünce, "Ne bakıyorsun?" diye patladı Derya'ya. Bana bakmasını bahane mi ediyordu yoksa bu onu gerçekten delirtiyor muydu?

Derya omzunu silkti. "Tarif ettiği kadını Karmen'e benzettim de..."

"Neye dayanarak?"

"Kısa saçlıya hani?" dedi bu kez Nalan, sinirle.

"Onun saçları o zaman ensesindeydi, omuzlarında değildi," diye kestirip attı Deren ve tekrar yaşlı kadına döndü. "Kadını biraz daha tarif eder misiniz?"

Derya, Deren'in sertçe reddetmesinden duyduğu mutlulukla sırıttı. Deren'in bana inanmasından mutluydu. Çünkü yaşayacağı hayal kırıklığını görmek için sabırsızlanıyordu. 

Kadın ortada dönen gergin atışma dolayısıyla kafası karışmış şekilde Deren'e dönüp gözlerini kırpıştırdı. "Ne kadını?"

Deren sabırsızca solurken, Edip Akşın'ın çok dikkatli bakışları neredeyse kafamda bir delik açıyordu. "Az önce kızımı kaçıran kadını anlatıyordunuz ya? Devam etsene."

Kadın başını çevirip etrafına baktı, gözbebekleri büyümüştü. "Sen kimsin?" diye sordu.

Deren emniyet müdürüne dönüp, "Bu kadın hasta," dedi, sertçe.

Neredeyse aynı anda kapı tıklatıldı ve müdürün komutuyla beraber içeriye bir memur, arkasında kadınla girdi. Yabancı yüzlü kadına birkaç saniye bakabildim ve sonra kadın hızla odada ilerleyip, "Anne," deyince, yaşlı kadınla bağlantısını kurdum. "Ah anne, anlamalıydım emniyete geldiğini..."

Deren doğrulup odaya giren genç kadına baktı. "Anneniz mi? Neyi var?"

Saçları sarı boyalı kadın annesini koltuktan kaldırırken, Deren'e ve sonra da bizlere baktı. "Annem alzheimer hastası. Bir süredir kayıp bir kızı gördüğünden bahsedip polise gideceğim diyordu. İlk başta olabilir mi diye düşündük ama iki farklı hikâye anlatınca hayal kurduğunu, anıları karıştırdığını anladık..." annesine döndü, yaşlı kadın hâlâ şaşkınca etrafına bakıyordu. "Anne, çok meraklandırdın beni. İyi misin?"

Deren alçak sesli bir küfür savururken, ben yaşadığım rahatlamayı belli etmemek için çabalıyordum. Derya'nın eğlenceyle parlayan gözlerine ayrı sinirleniyordum. Gerçekleri bildiği için olduğum durumdan haz alıyor, hiç acele etmeden, sabırsızca geleceğini bildiği günü bekliyordu.

Sanırım o gün görmekten nefret ettiğim şeylerden birisi, onun alacağı zevk olacaktı.

Dişlerimi sıkarken Deren'in elimden tutuşunu hissettim. Burada işi kalmadığını düşünüyor olsa gerek ki, ardımızda kalan konuşmaları umursamadan benimle dışarıya çıktı. Koridora çıktığı an ağzının içinde söylenmeye, küfretmeye başladı. Kadın alzheimer hastası olmasaydı belki de Deren bir şeylerden kuşkulanıp kadının anlattıklarını da araştıracaktı. Ve o zaman ipuçları bulabilirdi. Kadın hasta olsa da, kimse inanmıyor olsa da söyledikleri doğruydu.

Ya bir noktada ona inanırlarsa?

Polisler söylediklerini ciddiye alırlarsa?

Alt dudağımı kuvvetle ısırdım ve Deren'in arkasından asansörden çıktım. Arabasına kadar sessizce ilerledik. Koltuklara oturduğumuzdaysa, "Yok kadın kaçırmış, yok şeker vermiş," diye homurdandı. "Allah bilir neyi hatırlıyor, hangi anıyla karıştırıyor kızımı..."

Yüzümü cama doğru döndüm ki ne hissettiğimi görmesin.

"O gün sen bir kadın görmedin değil mi Karmen?"

"Hayır... Sadece Feda'ydı. Yani müdürün söylediğine göre."

"Hâlâ tek tutarlı ifade seninki."

Camı aşağıya indirip kolumu inen camın üstüne yasladım. Elimin içi kafamın üstünde dururken gözlerim boşluğa doğru takıldı. Ne yapacağımı artık bilemiyordum. Noah'ın araması bazı şeyleri değiştirmişti. Ona yerimi söylediğimde gelirdi. Feda'yı bulabilirdi. Fakat bu kez, bu işten nasıl çıkacaktım? Gidip Nil'i doğruca Deren'e mi verecektim? Olanları mı anlatacaktım? Beni öldürürdü. Abimler de onu.

Abim biliyor muydu Karina'nın öldüğünü? Bana ulaşmıştı peki ya bu gerçeğe?

Araba ilerlemeye devam ettiği dakikalardan sonra gökyüzündeki rengin değiştiğini fark ettim. Deren arabayı Bursa'ya doğru sürüyordu, otoyola çıkmıştı ve buralar tenha, sessizdi. Sadece şehir değiştiren araçlar geçiyordu. Navigasyondan ara ara çok az ses geliyordu, sanırım kestirme yolu kullanmak istemişti. Dakikalar geçtikçe gözlerimin kapandığını hissettim, o sırada da kafamda bir ağırlık. Saçlarıma mı dokunuyordu? "Sessizlikten sıkıldıysan radyoyu açayım?"

"Türkçe şarkılar pek dinlemiyorum."

"İstanbul'u sevmiyorsun, Türkçe şarkılar dinlemiyorsun... Nereden geliyor senin bu ülkeme antipatin? Sinirleniyorum bak."

İstanbul'da neyi kaybettiğimi bilmezken böyle demesi anlaşılabilir.

"Tamam, güzel bir şarkı aç. Bakayım dinlemediğime pişman olacak mıyım."

Bir dakika sonra radyonun sesini duyup koltukta yan döndüm. Yanağımı deriye yaslayıp bacaklarımı yukarıya çektim. Gözlerimi açınca ön cama baktığını gördüm. Dirseğini camın kenarına yaslamıştı, içeriye serin bir rüzgâr esiyordu. Saçları kısa olduğu için hareket etmiyordu, benim saçlarımsa uçuşuyordu. Parmağını radyoda biraz daha dolaştırdıktan sonra bir şarkı çalmaya başladı. Ben de sözlerini anlamaya çalıştım.

Her giden mutlaka dönmez,
Her âşık bir gün affetmez,
Kalbi artık çarpmayınca,
Her ateş küllenip sönmez,
Her yara bir gün iyileşmez,
Her umut yine yeşermez,
Artık hiç inanmayınca...

"Güzel değilmiş," diye yalan söyleyerek diğer tarafıma döndüm.

Arkamda gözlerim olmadığından bana nasıl baktığını görmesem de sabır çektiğini duydum. "Sen ne anlarsın, zevksiz."

O benimle böyle tatlı tatlı uğraştığında... sanıyorum ki bir kalbim var.

"Ben zevksizsem bu durumda sen kötü bir tercih oluyorsun," dedim tabelaları takip ederek.

"Benzinlik görürsen haber ver," dedi, beni ciddiye almayarak. 

Göstergeye bakıp benzinin azaldığını gördüm. Muhtemelen dalgınlıktan şimdiye kadar fark etmemişti. Parmaklarımı camdaki buğuda gezdirip Feda'yı bulup bulamayacağımızı düşündüm. Feda'yı bulmak her şeyin sonuna geldik demek olacak.

Nil'i Deren'e nasıl vereceğim?

Gerçekleri anlatacak mıyım?

Düşündükçe köşeye daha fazla sıkıştım ve araba yavaşlayınca, gözlerimi kırpıştırıp bakındım. Benzinliğe geldiğimizi fark etmemiştim. Deren aşağıya inerken, "Sen benden de dalgınsın," dedi, halime iç çekerek.

Ben de ona iç çekiyorum... bazenleri.

Hava almak için ben de dışarıya çıktım. Otoyol kenarında, ıssız bir benzinlikti. Deren pompayı alıp benzini kendisi doldururken, bir eleman da onunla konuşmaya başladı. Kalçamı kapıya yaslayıp serin havayı yüzümde hissettim. Saat sabaha karşı dörde geliyordu. Ne karanlık ne de aydınlıktı.

"Lavaboya gideceğim," diye Deren'e seslendim.

Arabadan başını kaldırıp baktı. "Bir dakika bekle. Yalnız gitme."

Herhalde bazen mafya olduğumu unutuyordu.

Gözlerimi devirip saçımı arkaya attım ve benzinliğin içine yürürken, arkamda kalan sesli soluğunu duydum. Benzinliğin içine girip ilerlerken yalnız kasada bir adam olduğunu gördüm. O da beni görünce süzmeye başladı, karşılığında durup dik dik bakınca ancak bakışlarını kaçırdı. Önüme dönüp göstergeleri takip ettim ve kadınlar tuvaletine girdim. İşimi halledip kabinden çıkınca ellerimi sabunla, suyla birkaç kez yıkadım. Nefes nefese aynaya baktım, bu yolcuğun sonunda Feda'yı bulma ihtimalimiz olduğu için heyecanlıydım.

Lavabodan çıktım ve tezgâhlar arasında dolaştım. Deren hiçbir şey yememişti yine, atıştıracak bir şeyler almak istedim ona. Reyondaki tuzlu ve tatlı bisküviden aldım, birkaç tane de çikolata. İçecek tezgâhından geçerken de iki demli çay alıp kasaya yöneldim. Hepsini tezgâha bırakıp cebimden parayı çıkarmak üzereydim ki, gördüklerim karşısında yer ayağımın altından çekildi. Daha bir dakika önce gerçekleşmesi yakın olduğunu düşündüğüm şey gerçekleşti.

Feda benzinlikten içeriye, arkasında iki adamla girdi.

Onu gördüğüme inanamadığım için sersemleyip tezgâha tutundum. Uzun saçları üstüne örttüğü siyah şapka yüzünün bir kısmını kapatıyor olsa da ben onu görür görmez tanımıştım. Gerçeklikle hayal arasındaki çizgiyi kaybettiğimi düşünerek gözlerimi sertçe yumup açtım ama Feda hâlâ orada, arkasında onu koruduğunu düşündüğüm iki adamla erkekler tuvaletine ilerliyordu.

Kalbim mutluluk ve dehşetle öyle bir çarpıyor ki, sonunda o günün geldiğini hissedebiliyorum.

"230 TL."

"Hanımefendi?"

"230 TL diyorum."

Çınlayan kulaklarımla önüme döndüm, bulanık görmeye başladığım için gözümü ovaladım. Cebimden çıkan iki yüz ve bir yüz lirayı çıkarıp verdikten sonra poşeti alıp koşmaya başladım. Heyecanla kendimi dışarıya attığımda, Deren'in muhtemelen beni kontrol etmek için geldiğini gördüm. "Çayları unuttunuz!"

Deren, koşarak çıktığımı gördüğünde önce duraksadı ve sonra hızlanıp yanıma gelmeye başladı. Nefes nefese önünde durduğumda dirseklerimden tutup kaygıyla bağırdı. "N'oldu!" Bana bir şey olduğunu sandı.

Dudaklarımdaki acı gülümsemeyi kapatamadan, "Feda'yı gördüm," diye fısıldadım. "Ben tezgâhtayken içeriye... İki adamla beraber girdi. Tuvalete gitti Deren, birazdan çıkacak olmalı."

Kolumu tutan elleri ağırlaştı ve kafasını reddederek iki yana salladı. Benim gibi inanamıyordu. Onun aksine ben de kafamı aşağı yukarı, evet dercesine salladım ve bakışları omzumun üstünden ileriyi takip etti. Ve gerçeği hazmettiğindeki öfke, derimi kemiğime kadar yaktı. "Demek gerçekten Bursa'da, ameliyatları yaptıkları o fabrikaya gelmiş," diyerek süratle yanımdan geçti.

Kalbim yerinden çıkmak üzereyken onu tutup, "Hayır, şimdi değil," dedim.

Elimi itmeye çalıştı. "Ayağımıza kadar gelmiş! Şimdi konuşturacağım işte!"

"Silahları var! Yanındaki iki adamın da!"

"Sen o iki adamı halledersin, ben de Feda'yı!" Gücüme, o iki adamla başa çıkacağımı düşünecek kadar inanıyordu demek ki.

"Hayır," diye karşı çıktım. "Ben Feda'yı!"

Deren kaşlarını çatıp solurken, benzinlik kapısından Feda'nın çıktığını görüp Deren'in kolunu sıkıca tuttum. Bakışlarımı takip edip arabasına ilerleyen haydutu yumruklarını sıkarak izledi. Gitmemesi, henüz bir şey yapmaması için onu tutup, "Ona bir şey yapamazsın, önce Nil'in yerini öğrenmeliyiz," dedim.

Bu onun kontrolünü sağlayan şey oldu. Kafasını hızlıca sallayıp yerinden çıkardığı silahı tekrar beline sabitledi ve elimden tuttuğu gibi arabaya yöneldi. Koltuğuma oturduğum sırada kapıyı öyle bir çarptı ki, rüzgârın bile canı acımış gibi hissettim. Tek eliyle direksiyonu kullanmaya başlarken cebinden telefonu çıkardı. "Biz koordinat değiştiriyoruz," dedi. "Siz eski fabrikaya gitmeye devam edin. Bir gelişme olursa ararsınız."

Edip'in yolladığı adamlar uzak mesafeden arkamızdan geliyordu. Bir iki dakika sonra, biz Feda'nın önümüzdeki siyah arabasını takip etmeye başladığımızda onlarla yollarımız ayrılmış oldu. Ameliyathaneye çevirdiği fabrikaya gitmiyordu, belki de zaten oradan geliyordu. Karina'yı da mı zamanında orada ameliyat etmişlerdi? O yüzden mi bulmamıştım kızımı?

"Öldüreceğim seni!" Yumruğunu direksiyona geçirdiğinde korna sesi kulaklarımı çınlattı. "Kendisini hiç bulamayacağımı sandı demek, bunca yıl aranıp bulunmamasına güvendi ama... Çok yanlış bir adamın kızını kaçırdığını öngöremedi. Kızımın nerede olduğunu söyleyene kadar kurtulamayacak elimden. Canını nasıl yakacağım var ya Karmen, nasıl..."

Asıl benim elimden kurtulamayacak. Asıl ben canını nasıl yakacağım bir bilsen Deren.

Heyecanımı belli etmemeye çalışıyordum, yoksa onun için sorgulayıcı olurdu. Doğrusu şu an gözü hiçbir şeyi de görmüyordu. Aradaki mesafeyi kapatmadan Feda'nın lüks arabasını takip etmeye devam etti. Bundan sonrasını ben de planlayamıyordum, Feda'nın bir anda ortaya çıkışıyla beraber her şey daha da karışmıştı. 

Engellenemeyecek tek şey, Deren'in Nil'i benim kaçırdığımı öğrenmesiydi.

Feda'yı, öldürdüğüm kadını, çete üyesini Deren sayesinde bulmuştum. Bu yüzden bana ne yaparsa yapsın hakkı olduğunu düşünecektim.

Hakkı... Çünkü hiçbirini hak etmedi.

"Nereye gidiyor bu Allah'ın cezası?"

Birkaç saniye yanından geçtiğimiz tabelaya bakıp, "Balıkesir yazıyor," dedim.

Başını hafifçe eğip o tabelaya baktıktan sonra tekrar koltuğuna geriledi. "Şehirden ayrılıyor." Biz Bursa'ya yeni girmiştik, o ayrılıyordu. "Başka şehre gidiyor. Oraya varana kadar takip edersek anlaşılır. O kadar uzun vakit takip edemeyiz."

"Ne yapalım?"

"Arabanın önünü keseceğim," dedi ve sonra bu telaş arasında unutmadan kemerime baktı, taktığımı görünce önüne döndü. Aslında arabaya bindiğim onuncu dakikada falan da kemerimi taktığıma bakmıştı ama unutmuş görünüyordu. "Kemerini ger, kendini iyice koltuğa yasla. Torpidoyu aç, silahı çıkar."

"Silah belinde."

"Senin için de bir tane var orada."

Torpidoyu vurarak açtım. Gümüş renkli, gri bir silah görüp aldım. Ya K12 Sport'tu ya da K12 Sport X'ti. Şarjörüne baktığımda sekiz kurşun olduğunu gördüm. Ağırlığını tartıp, "Ucuz bir silah bu," dedim Deren'e, beğenmeyerek.

"Öldüreceğim adamlar için para harcamam."

"Ama kendi silahın çok güzel."

"Tamam işte, bir tane güzel silah yeter. Ayrıca önemli olan kurşunun kendisi."

"Bence silahın kendisi daha önemli."

Vitesi ileriye aldı. "Kurşunun kendisi."

Deren gaza öyle bir yüklendi ki kucağımdaki poşet aşağıya düştü. Arabaya yaklaştıkça kalbim de hızlanıyordu. Feda'nın canını yakmak üzereydim. Deren onu yaralayıp muhtemelen bir yere kapatacaktı. Ben de o dakikadan sonra yapmam gerekeni yapacaktım. Heyecanla dudağımı ısırdım ve Deren, arabaya yaklaştığımız an direksiyonu tek eliyle çevirip göstergeyi zorladı. Öyle bir hızla ilerliyordu ki, önümüzdeki araba neye uğradığına şaşırdı. Hıza karşı duyduğum sempati yüzünden hiç zorlanmadan, an an mesafenin kapanmasını izledim.

Önümüzdeki araba şaşkın şekilde daha da hızlandı. Lüks bir model olduğu için Deren'in arabası gibi zeminde yağ gibi, zorlanmadan kayıyordu. Sonra arka koltuk camlarından bir adamın kafası çıktı, tabi Feda değildi. Arkaya, bizim arabamıza doğru bakarak elini n'apıyorsunuz, der gibi salladı sinirle.

"Daha bir şey yapmadık canım."

"Her an silah sıkabilirler," dedi, sesini yükselterek. "Direkt aşağıya eğil."

"Deren bana şunu yap, bunu yap demeyi kes artık. Senden daha da tecrübeliyim.”

Silahını belinden çıkarırken bana doğru kısık gözleriyle baktı ve sonra önüne dönüp gaza biraz daha yüklendi. Bu hamleyle beraber önümüzdeki arabaya o kadar fazla yaklaştık ki, kaporta plakaya hafifçe sürttü. Bunu anladıklarında aradaki mesafeyi biraz daha açtılar ve o kadar hızlandılar ki, birkaç saniye içinde kaçınılmaz bir şey yaşandı.

Tekerleklerin arabayı kontrol edemediğini gördüm ve şoför daha fazla hız yapamadan araba ilerideki büyük, ağır tabelaya sertçe girdi. Deren derhal hızı yavaşlatırken, "Allah kahretsin," diye haykırdı ve tabela, önümüzdeki arabanın üstüne gürültüyle düştü. Deren arabayı tamamen durdurdu ve ikimizde bir müddet hiç kıpırdamadan ileride bir hareketlilik olacak mı diye baktık.

"Ölemez," dedi, dehşete kapılarak. "Nil'in yerini söylemeden ölemez..."

Karina'ya neden bunları yaptığını söylemeden de ölemez. 

Deren arabadan fırlayarak çıktığında ben de kapıyı açtığım gibi dışarıya atladım. Arka arkaya koşarak arabaya yaklaştığımızda, Deren silahını yanında tutarak arka kapıyı açtı. Feda'yı ve yanındaki adamı baygın bulunca dönüp birbirimize baktık. Sonra yüzüne yakından bakmak istiyormuş gibi Feda'ya eğilip gözlerini kıstı, yüzündeki tiksinti sırasında dudakları gerilmişti. "Demek sensin kızımı kaçıran şerefsiz," dedi, ona ilk kez bakıyordu. Silahı suratına doğru salladı. "Nil'e ne yaptığını, onu nereye götürdüğünü söyleyeceksin..." gözlerini çevirdi bana. "Nabzına bak şunun, ölmemesi lazım!”

Arabanın içine eğildim ve diğer adamı umursamadan Feda'nın boynuna yöneldim. Parmaklarımı geniş, sıcak boynuna yasladığımda midem, o kadının böbreğine dokunduğumdan bile fazla karıştı. İlk birkaç saniye nabzını alamadım, yavaş olduğu için geç attığını anladım. Kendinden geçmişti, çünkü tabelanın ağırlığında kafası cama çarpmıştı. "Nabzı yavaş ama hayatta," dedim.

"Bir şeyler yapabilir misin?"

"İlk yardım çantam olsaydı belki ama arabamda kaldı," dedim. "Hemşireyim ama ekipman olmadıkça ne yapabilirim ki?"

"Sikeyim!" Silahlı elini ezilmiş arabanın tavanına yapıştırdı. Gözbebekleri misket gibi açılmıştı. Günün ilk ışıklarında gözlerinin rengi soğuk bir lacivert gibi görünüyordu. Arabanın içine doğru eğilip Feda'nın siyah gömlek yakasından tutup sarstı. "Numara mı yapıyorsun puşt? Gözlerini açıp kızımın nerede olduğunu söyle! Derhal! Hemen! Kızımı geri ver bana!" Silahın tersini Feda'nın suratına öyle kuvvetle indirdi ki, adamın teninden çarpma sesi yükseldi. "Kızıma bakan gözlerini oyup, dokunan ellerini koparacağım! Kızımı kaçırdın, ağlattın, korkuttun... Bir de... Bir de ona vurdun değil mi? Vurdun mu ona! Dövdün mü lan Nil'i!" Öyle çok bağırıp adamı sarsıyordu ki, ellerim araya bile giremiyordu. "Ağlattın mı kızımı? Do... Dokundun mu ona?"

Dokunmaktan bahsederken neyi kastettiğini birkaç dakika sonra anladım ve buz kestim.

Buz kesen ellerim onun kollarında kalırken, "Deren," diye fısıldıyorum sinir kriziyle arasına girmeye çalışarak. "Deren, dur, öldüreceksin..."

Beni fark etmeden adamı sarsmaya, küfretmeye devam edince gerçekten Feda ölecek diye düşündüm. Tıpkı yangın sırasında yaşanan an gibi, beni duyamaz olmuştu. Nefes nefese, haykırarak, adamdan uyanmasını istiyordu ama arabadaki herkes kendinden geçmişti. "Deren," diye bağırıp yüzüne dokundum ama elimi tersçe iterek, "Bırak," diye bağırdığında, dişlerimi sıkarak kıpkırmızı olan yüzüne baktım.

"Bana başka yapacak bir şey bırakmadın," diye fısıldayıp parmak uçlarımda yükseldim. Kollarımı, artık alıştığım bir istekle boynuna dolayıp kafasını kendime çektim ve dudaklarına sertçe dokunup onu öpmeye başladım. Dudaklarımız birleşince hareketsiz kaldı, şaşkın soluğu nefesimle birleşti ve dudaklarım hareket edince, geriye doğru sersemledi. Öldürmesin diye onu adamdan uzaklaştırırken ellerimi sıcak, kasılmış omuzlarına koyup arkaya doğru ittim. Vücudumu, benden ayrılamasın diye ona yaslayıp kafamı yana eğdim ve ruhumdan kopup gelenler ikimizin de dudaklarını acıtırken, Deren'in boğazından çıkan dayanılmaz inlemeyi duydum.

Öfkeli yumrukların yerini kalp atışlarının sesi aldı, göğsümde bir enstrüman çalıyormuş gibi hissettiren birkaç saniye yaşadım. Ellerimi kafasının arkasındaki saçlarda tutarak, "Sakinleş," diye fısıldadım, geri çekilip alt dudağını sert sert, hızlı hızlı öperken. "Öldürürsen pişman olacaksın."

Elleri, belki de yumruk atmayı durdurmak için üzerimdeki ceketi kuvvetle sıktı. Dudaklarının ufak, kendini tutmayı istiyormuş gibi kararsız hareketinden sonraki istekli bastırışını hissettim. Bir avuç içini yukarı çıkarıp yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına koyarken, "Beni her defasında bu şekilde tutabileceğini mi sanıyorsun?" diye alçak şekilde bağırdı dudağıma doğru. Sonra da üst dudağıma dudağını bastırıp ses çıkararak öptü. 

"Öyle sanıyorum," deyip kafamı geriye çektim ama dudakları da beni öpmek istediği için benimle ileriye hareket ettiğinde, bunu kanıtlamış olarak gözlerine baktım. O da gözlerimi sıcak gözleriyle izleyip bir anda kafamı arkaya yatırdı ve dudaklarımı bereleyerek öptü. Bana sarılarak öpüyordu, neredeyse tek taraflı, durdurulmaz bir öpücüktü.

"Deren, ölecekler," dedim, öpüşmeye devam ederek.

Dudaklarımı, sesli bir öpücükle bırakıp geriye çekildiğinde ağzımdaki ıslaklıkla irkilip hareketsizce durdum. Deren geriye doğru bir iki adım gidip elinin tersini ağzına koydu ve diğer elindeki silahı bana gösterip, "Bir daha elimde silah varken bunu yapma," dedi. "Heyecanlandırıyorsun beni. Patlayabilir."

Elinin tersini ağzından indirdi, dudaklarıma doğru bakıp sonra telefonunu çıkardı. Silahını gergin şekilde boşlukta sallayıp açılan telefona karşı, "Acil bir ambulans," dedi kısaca. "Bursa yolunda, Balıkesir yönünde."

Konumu detaylandırıp telefonu kapattıktan sonra cebine koydu ve olduğu yerde bir süre durup sonra araba içine baktı. Diğer adamları ve Feda'nın yüzünü tiksinerek süzerken, "Az kaldın öldürecektim," dedi bu ihtimalden korkarak. "Nasıl bulurdum o zaman tırtılımı?"

Arabanın kenarına yaslandı ve gözlerini ıssız yola dikip çağırdığı ambulansı beklemeye başladı. Omuzları aşağıya düşmüştü, vücudunu sıkıyor gibiydi yüz ifadesi. Adama vururken terlemişti, alnı parlaktı. Beni karşılayan dudaklarına baktım, nefesi bir buğuyla sızıyordu. Ondan gözlerimi ayırmadığımı görünce göz ucuyla bakıp, "Ne?" dedi.

"İyi misin?"

"Sana bakınca, evet."

Şimdi ona öyle bir bakıyorum da... Acaba ileride bir zaman bana neden öyle bakıyordu, diyecek mi? Yoksa hiç hatırlamayacak mı ona böyle baktığımı?

Hatırla, lütfen... 

Araba koltuğunda yamuk şekilde oturan Feda'ya baktım, onu bulduğum için her şeyin karşılığını aldığımı hissediyordum. Haftalardır yalan söyleyip herkese acı çektirmiştim ama artık sonlanmak üzereydi. Şimdi, mesele Feda'yı hastaneden kaçırmak olacaktı.

Feda'yı aldığımda Nil'i verecektim.

Ya itiraf ederek verecektim Nil'i, ya da hayatlarından tamamen çıkarak.

Elim stresle saçlarım arasında dolanıyorken, başka bir ağırlığı hissettim. Deren elini kafamın üstünden indirerek parmaklarımı ovalamaya başladığında, "Çok yordum seni," dedi. Ah Deren, ah... Öyle değil ki. "Seni bir otele bırakıp hastaneye gideyim. Uyanana kadar başlarında beklerim."

"Sen nereye ben oraya," dedim.

"Ben kesin cehenneme giderim. Ee, n'apacaksın? Sen de mi geleceksin?"

Gülümsedim. "Ben senden önce gitmiş olurum."

Sokağın ucunda ışık parlayınca o tarafa doğru baktık. Siren sesi kulağıma baskı yapınca rahatsızca yüzümü buruşturdum. Ambulans arabanın önünde durdu ve ilk yardım çalışanları, iki ayrı sedye ile indiler. Bir yardım çalışanı bize yaklaşıp neler olduğunu sorarken, diğerleri bu üç adamı ambulansa taşıdı. Deren, kazayı yol üzerinde gördüğümüzü ve direkt ambulansı aradığımızı söyledi. Bunun üzerine çalışan birkaç soru daha sordu, akabinde de Deren onları hangi hastaneye götürdüğünü. Hastanenin adını öğrendikten sonra da, "Yakınlarda bir otel biliyor musunuz?" diye sordu çalışana. "Karım kazadan etkilendi. Daha fazla yol gitmek yerine yakınlarda bir yerlerde dinlenmek istiyoruz."

İlk yardım çalışanı, "Sizi muayene edebiliriz," dedi.

"Ben zaten hemşireyim, iyi olduğunu söylüyorum ama kocam inanmıyor."

Adam bize yakınlarda bir otel olmadığını ama tatil beldesine yakın olduğu için ileride tatil evleri olduğunu söyledi. Deren fark etmeyeceğini söyleyerek tam adresi aldı ve sonra ambulans sirenleri çalarak, ışıklarını yakarak ilerlerken biz arkada kaldık. Atladığımız bir detayı düşünerek, "Bu adam aranıyordu," dedim. "Hastaneye ulaştığında kimliğini görüp polise bildirirlerse ne olacak? Sen, emniyete teslim etmeden önce adamla konuşmak istiyorsun."

Gözden kaybolan ambulansın arkasındaki gözlerini bana çevirdi. "Adamın suratını iyi dağıttım. Biz süre, ben onu kaçırana kadar tanınamaz halde olacaktır."

Doğru, haklı olabilirdi. Zaten Feda'da kimlik kullanacak değildi, adam kaçıktı. Onu benden önce polislerin almasından korktuğum için düşünememiştim. Polise teslim etmek istemiyordum, Karina böyle vahşice öldükten sonra Feda hayatta kalamazdı.

Gerçekten sonuna mı geldim bu oyunun?

"Seni şu yere götüreyim, sonra hastaneye geçip fırsat kollayacağım."

"Olmaz Deren, dedim ya seninle geleceğim." 

"Her defasında senin dediğin olamaz tamam mı Karmen? Yeter!"

Kendimi kötü hissettirse de onu nasıl ikna edebileceğimi biliyordum. "Seninle olmak istiyorum, yalnız olmandan endişe ediyorum anlamıyor musun Deren? Akıllısın da, nasıl anlamıyorsun?"

Duydukları sonrasında gözlerini kapatıp kafasını iki yana salladı. "Hayır, gelmiyorsun," dedi, bana yenilmeden.

Arkamı dönüp arabaya yürüdüm ve koltuğa oturunca kapıyı çarptım. Tamam, belki de yalnız olmak daha çok faydalı olurdu. Deren hastanedeyken ben de Feda'yı oradan nasıl çıkaracağımı düşünürdüm. Deren'de arabaya gelince ve araba mevkiden uzaklaşınca, iyiden iyiye aydınlanan gökyüzüne bakarak şimdiden düşünmeye başladım. Adamın verdiği adrese yaklaştığımda aydınlatılmış bahçelerin aralarında iki katlı, ahşap tatil evleri gördüm. Birkaç metre aralıklarla yan yana dizilmişlerdi. Deren arabayı kaldırım kenarında yavaşlatıp çıkmadan önce dışarıya baktı, sonra arabanın kapısını açtı. Onu takip eden saniyelerden sonra yan yana geldik, Deren bir elimden tutup beni karanlıkta yürütürken oldukça sessizdi. Düşünceli ve sabırsızdı. Her ikisinin sebebi de açıktı. Nil'i bulmasına az kaldığı için aceleciydi. Elimi de o aceleyle tutmuştu, elimi zaten hep bir acele içinde tutuyordu. İçten içe sitem ettiğimi hissettim ama neye niye sitem ettiğini ben dahi bilmiyordum.

Merdiven indik ve tatil evlerinin ön kısmında duran bir başka alan gördük. Deren yaklaşıp kapıyı açtı ve bir karşılaşama görevlisi, tezgâhın arkasından kafasını çıkardı. Derenle içeriye girdik ve kalacak bir yere ihtiyacımız olduğunu söyledik. Adam rezervasyon ile çalıştıklarını söylediğinde, Deren illaki bize verecek bir ev olduğunu diretti. Bir gece kalıp yarın ayrılacağımızı ekleyip kartını da uzatırken, "Gönlünden kopanı çek," diyerek adamın omzunu sıvazladı.

Bununla beraber adamın gönlü oldu, kabul etti ve karttan yüklü bir para çekerken kimliklerimizi alıp kayıtlarımızı yaptı. Sonrasında anahtarla beraber bizi kalacağımız eve götürürken valizlerimiz olup olmadığını sordu. Pek konuşmadan cevapladık, kalacağımız iki katlı tatil evinin verandasına çıkıp kapıyı açtı ve anahtarımızı teslim edip evle ilgili birkaç bilgi verdi.

Adam uzaklaşınca içeriye girdik, sabahın ilk ışıklarına geldiğimiz için göz gözü görüyordu. Kapıyı birkaç kilitleyip cam kapının perdelerini çekti, anahtarı cebine koyup eve göz attı. İlk kat mutfak ile birleşik bir alandı. Geniş ekran televizyon karşısında L şeklinde koltuk, beyaz bir sehpa, yerde beyaz yumuşak görünen halı duruyordu. Şömine televizyonun altındaydı, içerisinde odunlar olsa da yanmıyordu. Üst kata çıkan ahşap merdivenlere göz attım, yatak odası ile tuvalet orada olmalıydı. 

"Sen burada kalırsın ama şimdi seni bırakıp gidince de içim rahat etmeyecek..." az ilerleyip taş duvardaki düğmeye dokunduğunda sarı ile turuncu karışımı şekilde aydınlandı oda.

"Yola çıkarken kararlıydın, n'oldu Deren?" Dedim, sıcak, delici gözlerle yüzünün hatlarını izleyerek. Şu an bakabileceğim daha iyi hiçbir şey yer yoktu.

"Her sözüme bir karşılık verecek misin?"

"Sen her öptüğümde karşılık verecek misin?"

Anlık olarak dudaklarıma bakıp, "Evet," dedi.

Açık renkli koltuğa oturduğumda Deren önümden yürüyüp geçti, üst kata çıktı. Basamaklarda kaybolana kadar izleyip sonra ellerimi saçlarım arasından geçirdim. Feda'yı hastaneden ancak Yaman ve Gece'nin yardımıyla kaçırabilirdim. Deren onun ortadan kaybolmasıyla delirecekti ama kısa sürecekti, nasıl olsa Nil'i verecektim.

Düşündükçe kaçmayı istiyordum.

Nil'i nasıl vereceğim? Her şeyi Deren'e anlatsam, Karina'dan bahsetsem kalbi yumuşar mıydı? Fotoğrafta gördüğünde bile ona ne kadar üzülmüştü. Anlatır, her şeyi kızım için yaptığımı söylerdim. Hem... Nil'i de bilerek hiç incitmemiştim, korumuş ve hatta sevmiştim. Ah tırtılım... Ondan da ayrılacaktım. Beni özler miydi? Veyahut hatırlar mıydı? Beni onu asla unutamazdım.

Nil... Tırtılım... Ondan ayrılacak olmak kalbimi kırıyordu.

Nil kalbimdeki buzları kırdı, ondan ayrılacak olmam da kalbimi kıracak.

Nalan ile Edip Akşın bana neler yapmayı isterlerdi acaba? Ya Derya... Gerçekler ortaya çıktığında, Deren hayal kırıklığına uğradığında nasıl zevk alacaktı? Hayır, izin vermek istemiyordum. Bu durumdan zevk alamayacak kadar kötü bir şeyler yaşamalıydı.

Deren hâlâ aşağıya inmediği için kalkıp merdiveni takip ettim. Basamakları çıktığımda beni geniş bir yatak odası karşıladı. Ahşap ayakları olan, beyaz örtülü iki kişilikli yatak üstünde oturuyordu. Yerde yine beyaz, tüylü bir halı vardı ama Deren ayakkabıyla girdiği için çamur izi bırakmıştı. Yatağın karşısında duran geniş camdan dışarısına bakıyordu. Dışarıda geniş bir deniz vardı, serin havayla birlikte küçük dalgalar oluşmuştu. Bizimkine benzeyen tek ya da iki katlı evlerin önündeki lambalar da yanıyordu, hafif ışıltı katmıştı. Deren'in yanına, yatağın ucuna oturup birbirine değen omuzlarımıza iç geçirdim. "N'oldu?" diye sordum.

"Korkuyorum," diye cevap verdi.

"Niye?"

"Düşünüyorum... Ya Nil'e çoktan bir şey olduysa?"

Hissettiklerime teslim olup yüzüme bile yansıttım üzüntümü. "Düşünüyorum... Nil'e bir şey olmadığını ve senin ona sıkıca sarıldığını."

O anı görebilecek miydim? Keşke görebilsem, Nil'e sarıldığını izleyebilsem. Onları ben ayırdım ama kavuşmalarını en çok isteyen de benim. 

Kızına kavuşurken benden ayrılacaktı.

Acaba... Ona bir şey hissettirir mi beni bir daha görmeyecek olması? Yoksa kızına kavuşmanın mutluluğunda gölgelenir mi benim yokluğum?

"Dahası var mı Karmen, çocuğum o benim yahu... Nasıl dayanırım ona bir şey olduysa? Ya deliririm ya da sıkarım kafama bir kurşun. Çünkü kimse dayanamaz böyle bir acıya, yaşanmaz bununla. Çocuk çok başka bir şey Karmen, anlatamıyorum onunla olan bağımı..."

Buruk şekilde gülümsedim. "Benim... Şimdi bir çocuğum olmasa da anlıyorum."

Sanki anlamıyorsun, diye diretiyormuş gibi kafasını iki yana sallayıp ellerini saçlarına geçirdi. Endişeden büyümüş gözleri boşluğa doğru bakıyordu. Demek ki evden çıkıp gidememe sebebi buydu. O adama sorduğunda alacağı cevaptan korkuyordu. Neyse ki hemşire olduğum için Feda'nın kısa sürede kendine gelemeyeceğini ön görebiliyordum.

"Gitmeliyim," diye yatağın ucundan fırlayarak kalktığında, gitmeden önce direkt elinden tuttum. Sanki bir elimin gücü yetmezmiş gibi iki elimle birlikte yaralı elini kavrayıp bana bakmaya zorladım onu. Elini, hizasında olan göğsüme doğru çekip kalbime yasladığımda önce gözlerime, sonra da kalbime bakıp zor zor yutkundu. "Kalbinin değil, aklının sesini dinle," diye fısıldadım.

Kendime rağmen aklının sesini dinlemesini istiyordum.

Çünkü kalbinin sesini dinlerse bu hikâyeden sağ çıkamaz.

Ve ben ona bir şey olmasını istemiyorum.

"Bana böyle baka baka akıl bırakmadın," diyerek avuç içini üstünde durduğu göğsüme bastırıp benim kalp atışlarımı da hissetti.

Göğsümde o kadar derin hissettim ki elini kelimelerim tutuşmaya başladı. Elini kalbimin üstünden alıp dudaklarıma kadar götürdüm ve serçe parmağının kenarından öpüp bıraktım. Gözlerime, kurduğum bu duygusal yakınlığı anlamak istiyormuş gibi bakıp kısacık saçlarımın uçlarına dokundu. "Ben gelene kadar uyu."

"Olur."

Alt kata inip evden çıktığında, tuttuğum gözyaşlarımı bıraktım ve yatağa kapaklanıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Tam olarak nelerin canımı yaktığımı anlayamadan omuzlarım sallanmaya başlamıştı. Ellerim altındaki çarşafı sımsıkı kavrayarak öfkemi çıkarırken, ağlama sesim taş evin içinde yükselip hıçkırık seslerime karıştı. Karina'yı özlediğim, yalan söylediğim, babam telefonlarıma çıkmadığı, Gece'ye hak ettiği arkadaşlığı veremediğim, Nil'i ağlattığım ve hatta... Deren'in o bakışlarına ağlıyordum.

Bana hiçbir erkek onun gibi bakmadı.

"Zaten kendimi de öldüreceğim, böyle üzülmem çok saçma. Hem mutluyum ben... sonunda buldum o katilleri..."

Böyle söylememe rağmen çok kuvvetli bir duygu beni ağlatmaya devam etti. 

"O adamı öldürünce rahatlayacağım. Tüm bu ıstırabım bitecek."

Sıktığım çarşafı bırakıp yataktan kalktım. Telefonumu alıp direkt Yaman'ı aradım. Onun neredeyse hiç uyumadığını düşünüyordum, bu yüzden telefonu hemen açılınca şaşırmadım. "Neredesin? Gece seni merak ediyor," diyerek konuştuğunda, "Bırak şimdi bunu," dedim heyecanlı sesle. "Bana yardım etmen lazım."

"Ne için?" diye sordu benim aksime heyecansız sesle.

"Hastaneden birini kaçırman gerekiyor."

Yarım dakikalık sessizlikten sonra, "Hastaneden adam kaçırmak kolay değil," dedi, düşünceli şekilde.

"Bu oyunu başlattığımda hiçbir şey kolay değildi Yaman. O kadar şey yaptım. Bunu da yapabiliriz." 

"Ne zaman yapmam gerekecek? Bilgilerine de ihtiyacım var," dedi, söylediklerim üzerine. "Hangi hastanede?"

"Gerekli bilgilerin hepsini bir mesajda sana atacağım, Feda'nın fotoğrafıyla birlikte. Okuyup anladıktan sonra mesajları sil." Son cümleyi, aklından çıkmaması için bastırarak söylemiştim. "Deren döndüğünde adamı ne zaman kaçırman gerektiğini söyleyeceğim. Fakat sen şimdiden yola çık, Bursa'ya gel."

"Bursa?" diye tekrarladı. "Benzin paramı verecek misin?"

Donuk sesli şakasına göz devirdim. "Mesajı atıyorum.”

Mesajlar kısmına girip tüm detayları eksiksiz şekilde yazdım, Feda'nın zaten aylardır bende olan fotoğrafını da mesajın ardından yazdım. Görüldüğünü görünce de mesajı kendimden sildim, birkaç dakika atladığım veya unuttuğum bir şeyin olup olmadığını düşündüm.

Odanın içini kaplayan gün ışığı gözlerimi yakınca inledim. Yaşlar yanaklarımda kurumaya başlamıştı bile. Telefonumu elime tekrar alıp son arananlara girdim. Gece yarısı beni arayan abimin numarasına dokunup telefonu da kulağıma koydum. Noah'ın sesini tekrar duyana kadar ona neler söyleyeceğimi, ne diyeceğimi dahi bilmiyordum. "Karmen?" dedi sorarcasına, İtalyan aksanıyla. "Kardeşim, geri aradın! Bu sen misin? Lütfen ses ver!"

Heyecandan konuşamıyordum. Yıllar sonra abim bana kardeşim diye sesleniyordu. 

"Karmen?" diye yineledi, benim olduğumu anlamak için. "Sensin değil mi? Yoksa beni aramazdın. Neredesin Karmen? Bana sadece şehrin ismini söyle, hemen sizi almaya geleceğim. Neden... Bunu neden yapıyorsun? Neden bizden kaçıyorsun Karmen? İzini öyle bir kaybettirdin ki, bir anda yeryüzünden silindin sanki!"

Evet, sahte kimlikle yaşamaya başlayıp izimi kaybettirmek için her yolu denemiştim. Telefonumu değiştirmiş, mail adreslerimi kapatmış, başka başka ülkelere sahte uçak biletleri ayarlamıştım. 

"Niye konuşmuyorsun Karmen? Ben senin abinim! Şu saygısızlığı kesip bana cevap ver!" Doğru, abimlere hiç saygısızlık etmezdim. Söylediklerine önem verirdim. İsteklerini yerine getirirdim. Çünkü onlar benim için çok daha fazlasını yapardı. Bağırmanın bir işe yaramamış olduğunu anlayınca sesi kısıldı, titredi. "Karmen, yeğenimizi bir kere bile görmedik. O bir Russo ve sen sadece kendini değil, onu da kaçırdın bizden."

Noah... Onu benden de kaçırdılar.

"Tamam, biz gelmeyelim, sen gel Karmen." Cevap vermedikçe sabırsızlanıyordu. Noah benden bile hassastı, Dante ve Salvador olsaydı çok sert karşılarlardı ama Noah neredeyse yalvarıyordu. "Yeğenimi görmeyi çok istiyorum. Onun... Onun adını ne koydun?"

"Karina," diye fısıldayıp aramayı sonlandırdım ve sonra da telefonu kapatıp yatağa yüzüstü kendimi bıraktım. Abimle konuşurken boğazımda oluşan düğüm serbest kalınca tekrar bir ağlama krizi yaşadım. Gözyaşlarım örtünün üstüne düşerken Karina'yı nasıl vahşice kaybettiğim beni bir daha beynimden vurulmuşa çevirdi. Boğulmuştu, birisi kızımı dakikalarca boğmuştu. Nefretle örtüyü sıkıp hıçkıra hıçkıra bağırdım. "Bana söyleyeceksin Feda, Karina'mı kimin boğduğunu söyleyeceksin. Senden sonra da onu öldüreceğim."

Belki de... Kendisi yapmıştı.

"Nasıl ağladın Karina'm, o eller seni boğarken nasıl çırpındın... Gözünün kenarından akan o yaşı bile hayal edebiliyorum. Küçük ellerinle durdurmaya çalıştın mı onu? Kalbinin durduğu ilk an, gözlerinin kapanışı..." defalarca hayal ettim, düşündüm, kendimi ilkmiş gibi acı çeke çeke öldürdüm. "... belki bir mucize olmuştur Karina'm. Çok küçüktün, Tanrı sana yardım etmiştir ve canın yanmamıştır..."

Kalbime giren ağrı yüzünden ağlarken nefesim tıkandı. Bu küçük nefes tıkanıklığı bile insanın canını acıtıyorken kabul edemiyordum bu yaşanılanları. Yan dönüp bacaklarımı kendime doğru çektim, kollarımı kendime sarıp güneşin çıktığı gökyüzüne doğru baktım.

"Sonuna geldim artık Karina. Her şeyi senin için yaptım. Affedilmek umurumda değil. Zaten istemiyorum da. Teslim olacağım, bana yapılan her şeye."

Tırnaklarımı kollarıma batırarak gözlerimi kapattım. Karina'yı rüyamda görmeyi istiyordum, hayatım bitmeden önce beni affettiğini bilmek istiyordum. Vücudumu kasarken titrediğimi anladım ama Karina'yı rüyamda göreceğim bir uyku ihtiyacıyla kendimi boşluğa bıraktım.

🎠

Uyandığımı anladığımda gözlerimi açmayı istemedim. Çünkü Karina'yi rüyamda göremediğim için uyumaya devam etmek istedim. Sonra beni uyandıran şeyi fark ettim, birisinin temasıydı. Kalbime kadar dokunan bir temastı. Kelimeler kadar derinime inmişti. O değdirebilir, o kalbime kadar dokunabilir. Sanırım.

Uyumaya devam edemeyeceğimi anlayınca gözlerimi açtım. İlk önce kaç saat geçti, neler oldu diye düşünecektim ama Deren'i görünce önceliklerim değişti. Yatağın ucunda oturmuş, bileklerime doğru bakıyordu. Dokunuşta bileklerimi tutmasından kaynaklıydı. "N'apıyorsun?" diyene kadar uyandığımı fark edip bakmadı bana.

"Bileklerine bakıyorum," dedi, gözlerimiz birbirini karşılayınca. 

"Niye?"

"Bağladığım için üzgünüm. O gece zorunda kalmıştım. Acımış mıydı?" 

Ah, şu suikast gecesinden bahsediyordu. Nereden de aklına gelmişti ki? Üzerinden günler geçmişti. "Bir şey yok, görüyorsun ya."

"Evet, bir şey görünmüyor ama belki içeriden acıyordur," dedi, bileğimdeki damara dokunarak.

Evet, Deren. İçeriden çok acıyor. Nasıl anladın?

Başımı kaldırdım ve saçlarımın dağınıklığını düzeltirken bileklerimi kendime çektim. Deren'in gözleri yaptığım her şeyi takip etti ve sonra gözlerime takılı kaldı. "Niye ağladın?"

Elbisemin çıktığı yere, diz kapaklarıma doğru baktım. Bacaklarım aramızda iki kat olmuştu. Uyumadan önce yaşadığım sinir krizini hatırlayıp, "Senin için bir şey ifade ediyor mu?" diye sordum.

"İnsan aklı çalışıyor Karmen. Öyleyse bir düşün, ifade etmese sorar mı diye." Neden o kadar nazik uzandı bilmiyorum ama parmakları çok yumuşak değdi yüzüme düşen saçıma.

"Haklısın," dedim. Sanki bana ne dese haklı. Ne yapsa haklı. 

"Ee, söyle o zaman neden ağladığını," dedi saçımı kulağımın arkasına ekleyerek.

Yalan söyleyerek, "Ağlamadım aslında," dedim. "Gece uykusuz kalınca gözlerim kızardı." Konuyu değiştirdim, çünkü bilgiye ihtiyacım vardı. "Sen n'aptın? Feda'ya... N'oldu?"

Gözleri anında alev alev yanmaya başlayınca göğsümde ağırlık hissettim. "Kendine gelemedi," dedi tatsızca. "Adamlardan birisi gebermiş, diğeri ağır yaralı; tabela direkt kafasına düşmüş. Feda'ysa... normal odada, hayati tehlikesi yok... Yani ben onu öldürene kadar. Ama uyanmıyor, saatlerce orada kaldım, kendine gelmesini bekledim ama nafile! Sonra... kafam da sende kalınca çıkıp geldi ama doktora tembih ettim. İyi bir adammışım da bu herifi çok merak etmişim gibi poz kestim, bir şey olursa beni arayacak."

Buraya kadar da istediğim gibi gitmişti her şey, Deren buraya dönmüş ve Feda yalnız kalmıştı. "Saat kaç?" diyerek etrafımda bir saat aramak için başımı çevirdim. 

"Öğleden sonra üç oldu."

"Yuh! Çok fazla uyumuşum."

"Orası belli. İki saat önce geldim, gözlerini kırpmadın." Gözleri el hareketimi takip edip tekrar gözlerime çıkmadan önce üzerimde süzüldü. "Bir şeyler de sayıkladın. Ama anladım mı? Yok."

Tedirginliğimi yansıtmamaya çalıştım. Ne sayıklamış olabilirdim? Garip bir şey söylediğimi duysaydı şüphelenmiş olurdu. Elimde temas hissedince düşüncelerimden çıkıp önüme baktım. Deren, tırnaklarımı adeta kazıdığım bacağımdan çekip aldı ve kendi elinin tersiyle bacağımı dokunarak kaşıdı. Kıpkırmızı yapmıştım, farkında da olmamıştım. Üst dudağımı daha sert emip parmaklarının yumuşakça inmesini izledim. İyi baktım ve derinden hissettim hatırlayabilmek için.

"Nil'e kavuşmana az kaldı," dedim heyecanlanmış gibi sesimi yükselterek. Heyecanlıyım da aslında o Nil'e kavuşacağı için. "Mutlu musun?"

Gözlerindeki parlaklığı görünce cevabımı almış oldum. “Hâlâ onu kaybettiğime, geçen bu haftalara inanamıyorum... Ne sikim hissettiğimi bilmiyorum. Kızıma sımsıkı sarılmam lazım, başka türlü adam olmaz benden."

Ne hissettiğini, kafasından ne geçirdiğini bilmek istiyordum. Planım için değil, o Deren olduğu için duymak istiyordum. 

"Polise haber verecek misin?"

"Canına okuduktan sonra."

Gözleri kaşıdığı bacağımdaydı. Aslında bacağım artık kaşınmıyordu fakat elini çekmesini istemiyordum. Tenlerimizin renkleri birbirine uyumluydu. Nalanla hiç uymuyordu ten renkleri, benimle kusursuz biçimde uyuyordu. 

"Senin için yemek söyleyeceğim." Sesi daha boğuktu. "Ne yersin?"

"Buraya yemek gelir mi?"

"Restaurant varmış, oradan söyleyeceğim."

Ben yemek yersem o da yerdi. Bu yüzden ne yiyeceğimi düşündüm. Yine onun için doyurucu olacağından, "Makarna,” dedim.

Yüreğinden kopup gelen bir iç çekiş sonrasında elini ayak bileğime kadar indirip sonra da tamamen çekti. "Makarna olmaz," dedi.

"Niyeymiş?"

"Senin yaptığından sonra tadını beğenmem."

Ben demiştim en başında. Makarnayı kimse benden güzel yapamazdı. "Ee, sen de başka şey ye canım."

Tek kaşı havaya doğru hayretle kalktı. "Kendinle övünmeyecek misin? Bi şaşırdım bak."

"Havada değilim," dedim omuz silkerek.

Gözlerinde bir parıltı oluşunca bir afalladım. Başını önüne eğip keyifsizce gülünce de gerçekten bir şeyi kaçırdığımı anladım. "Neye güldün, açıkla," dedim.

"Tatlı tatlı kızacağına cümlenin doğrusunu öğren. Havada değil, havamda değilim diyeceksin."

Anlamalıydım neye güldüğünü. Arada karıştırıyordum cümleleri, o kadar da olurdu. "Düzeltmesen n'olur sanki? Ölür müsün Deren?"

"Ha, öleyim mi?"

Kaşlarımı çatıp başımı yana eğdim. "Ben Karmen Russo. Senin ölmene asla izin vermem."

Dudağı öyle mi, dercesine bir tepkiyle bükülürken gözlerinin kenarları kırışmaya başladı. Sonra gelecek olanın ne olduğunu anladığım için işaret parmağımı suratına sallayıp onu uyarıyordum ki, Deren yüzünü az önce kalktığım yastığa doğru gömüp sessizce kahkaha atmaya başladı. Sesi çıkmıyordu ama omuzlarının yükselmesi her şeyi anlatıyordu. Yüzünün gömüldüğü yastığa bakıp uzandığım gibi yastığı çektim, onun kafası yatağa düşünce de yastıkla suratına sertçe vurdum. "Ben Karmen Russo. Seni öldürürüm."

Bu kahkahanın bir kısmı sinir krizinden ibaretti, yine de bu kadar alay etmesine gıcık olmuştum. Yastığı suratında bırakıp telefonla beraber kalktım ve odada duran banyoya ilerledim. Banyonun ahşap kapısını açıp içeriye girerken, "Tamam, gönül koyma, gel," dedi.

Gönül koyma ne demekti, bilmiyordum bile. Banyo kapısını çarpıp sırtımı yasladıktan sonra telefonumu açtım. Yaman'ı arayıp üç dört saniye açılmasını bekledikten sonra ilerleyip musluğu da açtım. Su sesi telefon konuşmamı bastırırken, "Şimdi," dedim Yaman'a. "Hastaneye girip Feda'yı alabilirsiniz."

"Hastanenin arka sokağındayım. Şimdi giriyoruz. Tezgâhı hazırladım, halledeceğim."

Aramayı kapatıp son arananlardan sildim, tezgâha yaslanıp dökülen suyu avucuma aldım. Yüzüme, boynumu su ile ıslatıp ferahlamaya çalıştım. Çok az kaldı, çok çok az. Ağrıyan karnımı tutup yüzümü bir saniye elime bastırdım, sessizce inleyip, "Kalbim yerinden çıkacak sanki," dedim.

Yüzümü biraz daha ıslattım, kurulamaya zahmet bile etmeden de çıktım. Deren'i odada göremediğimde aşağıda olduğunu anladım, yemek söylemekle ilgileniyor olabilirdi. Geçerken yatağın üstündeki dikdörtgen aynadan kendime baktım, elbisemin yakasının bu kadar açıldığını fark etmemiştim. Saçlarımın ayrıldığı yerde tutamlar birbirine girmişti. Son basamaktan inmiştim ki, aniden ayaklarım yerden kesildi. Çığlık attım ve Deren beni tek koluyla kavrayıp göğsüne bastırırken inmeye çalışarak vücuduna sürtündüm. Merdiven altından çıkıp bir anda tutmuştu, demek inmem için orada beklemişti!

"Güldüm diye gönül mü koydun?" diyerek beni kolları arasında çevirince, dirseklerimi göğsünde iterek uzaklaşmaya çalıştım. Koruma adam, -ayrıca suikastçı- iri yarı, güçlü, tabi direkt kurtulmak mümkün olmuyordu. 

"Gönül koymak ne? İş atmak gibi bir şey mi?" dedim, tam karşımdaki dudaklarına bakıyorken.

"Hayır, alınmak."

Ne alakasızdı, öyle olabileceğini düşünmemiştim. "Anladım," diyerek vücudunda aşağıya kaydım. "Çok irisin. Nil tek elinle kaldırabiliyor muydun?"

"Bir elimle seni, diğer elimle Nil'i bile tutabilirim." Beni sert vücuduna yaslayınca karnımda bir baskı hissedip bunun üstüne birleşen bedenlerime baktım, göğüslerimizden aşağısını göremedim. Benim de bacaklarım arasındaki ısıya doğru yaslandığımı fark eden Deren yaklaşıp burnunu burnuma sürttü. "Hatta üçüncü kişiyi bile tutabilirim."

Mesela Karina... Eğer yaşasaydı.

Ayaklarım yere değdikten birkaç saniye sonra evin kapısı tıklanınca, birinin geldiğini fark edip beni bıraktığını anladım. Kapıyı açmaya gittiğinde bir elimi karnımdan aşağıya doğru kaydırıp az önceki sıcaklığa dokundum. Deren gelen yemeği alırken çok sessiz konuştu ve sonra kapı kapandı. Sehpaya yerleşen geniş tepsiye bir bakıp elimi hışımla karnımdan çektim. "Otur," diyerek Deren koltuğun arkasına bir minder koydu, koltuğun da üstüne vurdu.

Bir tabakta makarna ile patates, köfte vardı. Diğer yerde de dumanı tüten bir kâse çorba duruyordu. Deren dirseğini dizine koyup kasesini yaklaştırdı ve kaşığı çorbaya sokup içmeden karıştırmaya başladı. Yemeye teşvik olması için soslu makarnamı çatalıma dolup ses çıkararak yemeye başladım. Çok zevk verdiğinden değil de onun iştahını açmak için beğenmiş gibi yiyordum. Birazdan o da çorbasını içmeye başlayınca işe yaradığını gördüm. Bir patates alıp sosa batırdım, sonra kararsızca ona uzattım. Deren'de bir inanamadı, sonra dudaklarını açıp patatesi elimden yedi.

Yemeklerimizi bitirdiğimizde Deren ayağa kalktı, alt katta volta atmaya başladı. Sesi, gözü telefondaydı. O aramanın gelmeyeceğini bilerek onun beklemesini izlemek bakışlarımı çaresiz bir hale çevirdi. Çok sabırsızlanıyordu, Feda uyanınca Nil'in nerede olduğunu öğreneceğini sanıyordu. O kadar şey sanıyorsun ki Deren, hangi birinin doğrusunu söyleyeceğimi bilemiyordum.

Dakikalar, saatler olmaya başladı. Deren birkaç sigarayı üst üste yaktı, paketinde son iki tane sigara kadar. Haber gelmedikçe geriliyordu, bunun geçip camın önünde dik dik dışarıya bakmasından bile anlıyordum. 

Akşam saatleri olduğunda Deren kontrolünü iyice kaybetmeye başladı. O sırada telefonumu kontrol edip Yaman'dan bir arama var mı diye bakıyordum. Yoktu. Alt dudağımı ısırırken, Deren'in orta sehpada duran konyağı alkol bardağına boşalttığını gördüm. Tepeleme şekilde doldurup kafasına dikerken dudakları arasından bir şeyler söylemeye başladı. Koltuğa gömülmüş, dirseğimi koltuğun arkasına yaslamış, gözlerimi bile ayırmadan onu izliyordum.

Şimdi ben mi sorumluyum kalbimin böyle atışından?

Buzların çözülüşünden...

Pansumanlı gözüne ve dudağına bakıyorken düşüncelerimin ağırlaştığını hissettim. Saatlerdir hissettiğim sevinç ve gerginliği bir hafiflik kaplıyordu o saniyelerde. Kavrayamayacağım kadar kısa olan saçlarını, bardağı içmek için kaldırdığında kolunun aldığı şekli, düşünürken hafifçe kısılan göz kenarını izliyordum. 

Neden önünü bile göremeyen ben onu görüyorum?

"Burada daha fazla duramayacağım, bir daha hastaneye gideceğim," dedi Deren ama ben engel olmadan üst kata çıkmaya başladı. Ceketini almak için, belki tuvalete gitmek için...

O ahşap basamakta, karanlıkta gözden kaybolunca ağır hareketlerle koltuktan kalktım. Sehpaya bıraktığı viski bardağını alıp parmağımı dudaklarını gezdirdiği yerlerde gezdirdim, ardından kalan hepsini tek dikişte içtim. Boğazımdan serin akışını hissedip bardağı geri bıraktım ve dudaklarımı elimin tersiyle silerek üst katı yavaşça çıktım. Çıplak ayaklarım basamaklarda hafif bir tıkırtı oluşturmuştu. Odaya ayak basınca Deren'in lavaboyu kullandığını anladım. Baş dönmesi ve karışık duyguların sersemliğiyle yatağa yaklaştım.

Terleyen avuçlarımı üzerimdeki triko elbisede kaydırdım. Kumaşın hissi parmaklarımı gıdıkladı. Elbisenin kalça kısmından tuttum ve yavaşça yukarıya çekip kafamdan çıkardım. Kısa saçlarımı dağıtan bu hareket sonrasında elbise parmak uçlarımdan yere düşüp ahşap zeminde yumuşak bir ses bıraktı.

Deren'i istiyorum. Çünkü bu gece, onun da beni istediği son gece olacağını biliyorum.

Kalbim Deren denen o adam için çarparken, kapı sesini duydum. Deren'in ayakları bakış açıma girince duraksadığını gördüm. Başımı kaldırınca gözlerimiz birleşti ve sırtı gergince, kaskatı olup arkasındaki kapıya çarptı. Canı çok başka mevzular için bile yanarken beni istediğini biliyordum. Gözleri idrak ediyormuş gibi vücudumda dolaşmaya başlayınca aramızdaki dört adımı aşıp karşısında durdum. Ve yumruk olmuş elini tutup gece yaptığım gibi kalbime çektim.

"Bu gece beni nefessiz bırak," dedim. Aylardır zaten nefessizim, boğuluyorum ama bu gece nefes alamama sebebim Deren olsun istiyordum. Beni isteyebileceği son gecede. "Beni yatağa yatır, kalbimin nasıl attığına bakarak başla."

Kalbimin sesini dinliyorum ve bu hikâyeden sağ çıkamayacağımı anlıyorum.

BÖLÜM SONU.